LBL_YAZI
SAYFA 1 SAYFA 2 SAYFA 3 SAYFA 4 SAYFA 5 ARŞİV
  Bugün: 29 Mart 2024 Cuma

Bize Ulaşmak İçin
[email protected]
Yazdırılabilir Versiyon


HAFTANIN SORUSU OKUYUCU YAZILARI

Yüksek Hislerimiz
Neden Yaşama Geçirilemez?

 

Herhalde çoğu yüksek hislerin yaşama geçirilmesinin fazla zor olduğunu sanmaktayız. Kolay durumlarda ise çekingen davranabilir, ortamda tuhaf kaçmamak için içimizde saklarız.

 

Bazen fazla heyecanlanır, egomuzu ön plana çıkarıp başka egoları tetikleriz.  Bazen tam anlamadan acele eder, konuyu sahiplenip düzeni bozarız.

Yaşama geçirmeyi ya da etrafa bir şekilde yansıtmayı başaramayış sürekli bir hal aldıkça yüksek hissedişlerde azalma meydana gelir. Onlar bize yüksek benliğimiz aracılığı ile hissettirilir ve amaçsız değildir. Yaşamımızda bir fark yaratması ve varlımızın çeşitli boyutları ile ahenk kurması beklenir. Tüm yüksek hissedişler sorumluluk doğurur. Cesaret, doğruluk ve gayret ile kullanılması beklenir. Böyle olduğunda yardım alınır. Zor kolaylanır. Yaşam mucizelerle ve güzelliklerle dolar.

 

Altan Gürol

 

(Güncelleme: 04/03/2007)

 

 

 

                 

              Bazen öylesine yüksek duygular içinde, öylesine evrensel istek ve tutkuların etkisinde kalırız ki, hissettiklerimiz ne kelimelerle ifade edilir, nede yazılara dökülebilir. Hep öyle olmak, o şekilde kalmak isteriz ama biliriz ve anlarız ki bunlar gelip geçicidir. Daha öncede başımıza gelmiş, tecrübe etmişizdir. O bir anlık hissettiklerimizin o anki dünya yaşamımızla pek uyuşmadığının farkındayızdır.  

 

              Neden bizleri aşan, devamlı hâkim olamadığımız, ara sıra gün yüzüne çıkan yüksek hislere sahibiz? Çünkü evrim yolunda maksatlı teşevvüşü oluşturan mekanizmalar bu yüksek hisleri oluşturmaktadır. Bunlar ileriye dönük yüksek düzeydeki özlem, istek ve amaçları harekete geçiren, teşvik eden ve zorlayan unsurlardır. Yine bunlar aynı zamanda ilahi sistemlerin uygulamakta olduğu hızlı evrim programlarının tamamlayıcı parçaları olarak ortaya çıkarlar.

 

             Anda yaşarken, öğrendiği ileriye dönük, gelecekte oluşacak yüksek bilgi ve davranış şekillerini sahiplenerek bir konsantrasyona giren insanın sanal olarak açılımlarıdır, yüksek hisler… İlk önce düşüncelerde olgunlaşan yüksek düzeydeki oluşumlar, varlığa bağlı olarak zaman içinde, parça parça hayata geçmeye başlar. Onun için anda yaşarken bilinç ve bilgi ile yoğrulmuş sabır önemlidir. Şayet anda bu uğraş olmasa gelecekte mükemmellik hiç olmaz. Bunları bilerek andaki umutsuzluklardan ve yılgınlıklardan sıyrılarak sabırla geleceğimizi hazırlamalıyız. Zaten hepimiz yüksek hislerimizin tesirleri altında hep geleceğimiz için görev yapmıyor muyuz?

 

Orhan Yarat

 

(Güncelleme: 05/03/2007)

 

 

 

 

Hepimizin başına gelmiştir, yardımcı olursunuz birilerine, sonrasında o kişilerden zarar görürsünüz. Önem verirsiniz, dostluk verirsiniz, yüreğinizi açarsınız, hatta hatta maddi yardım yapar elinden de tutarsınız. Fakat sonuç genelde hayal kırıklığı. Bunların sonucunda kendinizi kandırılmış, kırılmış, terkedilmiş hatta aşağılanmış hissedersiniz..

 

Peki, tüm bunları yaşamış insanlar olarak neyi seçiyoruz. Genelde tekrar aynı duyguları yaşamamak adına sevginin yerine nefreti, yardımın yerine umursamamayı, dostluğun yerine düşmanlığı koyuyoruz. Ve bunlarla doldurmaya çalışıyoruz içimizdeki boşluğu. Tabii içimizde zaman zaman beliren ve bizi zorlayan yüksek hislerimizle başa çıkmaya çabalayarak. Kendimizden kaçmaya başlıyoruz. İçimizdeki o sevgiye, yardıma, dostluğa yönlendiren duyguları bastırmak için hepimiz kendimizden kaçıyoruz. Her kaçışta olan insan gibi kendini savunma mekanizması çalışmaya başlıyor. İyilik yapanlar saftır, aldatılır, kandırılır vs… Bu fikirlere sığınarak, aldatılmaya, kandırılmaya karşı duvar ördüğümüzü zannederek. Hayatımızı  geçirmeye çalışıyoruz.

 

Sonra bir gün bizim bir dost eline ihtiyaç duyduğumuz zamanlar, yanımızda kimseyi bulamıyoruz. Bu durum bizi daha da katılaştırıyor. Kendimizden ve tüm insanlardan kaçıyoruz. Bu kaçış fiziksel olmayabilir. Her an kalabalıkta, tanıdık tanımadık bir sürü insanla da birlikte olabiliriz. Fakat yüreğimizi açmadıkça, önce kendimize sonra da başkalarına sevgi ile davranmadıkça bu duvarı aşmak imkânsızlaşır.

 

İnsanlar olarak sınav ortamında olduğumuz bu yaşamda, en büyük sınavı, sabır konusunda veriyoruz. Sabırla ısrarcı olmamız gerekiyor. Peki, bu ısrarı nerelerde kullanabiliriz. Tüm aldatılmaları, hayal kırıklıklarını, yaşanan tüm olumsuz durumları zihnimizden silerek, tekrar tekrar dostluk vermeye, sevgi vermeye, yardım elimizi uzatmaya devam ederek. Bunu yapabilmek elbette kolay değildir, fakat şunu unutmamak gerekiyor. Bizler bu dünyada bir fark yaratmak için bulunuyoruz. Düşük seviyedeki bilinçlerin yaratmış olduğu duygulardan arınmamız lazım. Yaşanan olumsuzlukların arkasındaki fırsatları arayıp bulmamız ve hayata geçirmemiz gerekiyor. Verdiğimiz her yüksek duygu bu dünyada mutlaka yerini buluyor. Bunu hemen görebilmemiz belki mümkün olmayacak fakat inancımız bizi bu konuda yönlendirecektir. Hepinizin, yüksek hislerini yaşama geçirmek konusunda, ısrarcı olmanız dileği ile.

 

niRVana.

 

(Güncelleme: 05/03/2007)

 



 

Yüksek hisler yaşama geçirilemiyorsa, gerçekte o hislerin sahibi değiliz demektir. Yüksek duyuşlar, bizi gerçeklere karşı uyku içinde tutan zihnimizin bir aralığından zaman zaman içeri sızan değerli armağanlar, tohumlardır. Fakat zihin toprağımız, ısımız, suyumuz ve havamız o tohumu yeşertmeye uygun değildir; böylece onlar yaşama geçemezler.

 

Kimi zaman da düşünce yoluyla yükselir, yüksek bir duyuşa erişiriz. Böyle bir duyuş içinde kısa süreli bir nefes alış dahi, üzerimizde sanki biz her zaman öyleymişiz gibi bir izlenim bırakır.

 

Önemli olan duygu bedenimizin nasıl titreştiğidir. O duyuşa veya o armağana sahip çıkabilmek için duygu bedenimizin aynı frekansta titreşmesi gerekir. Maddi istekler, sevgiye aykırı düşünceler, bağışlayamamak, kendini üstün görme, beklentiler vs terkedilmeden yüksek hisler yaşama geçirilemez. Aynı türden kuşların birlikte uçması gibi, ancak aynı türden titreşimler bir arada olabilir.

 

Sara Altınbaşak

 

(Güncelleme: 06/03/2007)




Birden fazla olan bu nedenleri şöyle sıralayabiliriz: 1) Duygularımızın niteliği, 2) Yaşam tarzlarımız, 3) Maddeye karışmış olmamız, 4) Dünya ortamının aşağıya çekici etkileri, 5) Karmalarımız. Bu nedenlerin her biri ayrı ayrı ve uzun uzun yazı konusu olacak durumlardır. Dünyada bedenli yaşam sürdürürken her varlık bu nedenlerin hepsinden de az ya da çok etkilenir. Bu etkilenimin bileşkesi genellikle varlığın ince yönlerini karartır, kaba yönlerini ortaya çıkarır. Dünya ortamının saptırıcı ve baştan çıkarıcı özellikleri, varlığın bulunması gereken seviyeyi düşürücü ve asıl hedefini unutturucu olarak vazife görür. Sadece Dünya’da yaşıyor olmak bile başlı başına bir görememe nedenidir. Fakat bütün bunlara rağmen varlık var ediliş sebebini bulup onu gerçekleştirmek, en azından bu yolda mesafe almak sorumluluğundadır.

 

Yüksek hisler bu sorumluluğun bir aracıdır. Hissetmek, beş duyunun ötesinde işleyen bir mekanizmadır. Varlığın ta yaratılıştan gelen sorumluluğu, her koşul altında bu mekanizmayı keşfetmesini ve işletmesini ona söyler. Bu ameliye çoğu zaman buhranlarla ve sıkıntılarla gerçekleşir. Çünkü girişte sayılan beş neden, Dünya hoşlukları içindeki varlığı ağır bir gaflet uykusunda bulundurur. Bu uykudan çıkmak, varlığı hoşa gitmeyen yaşam şartlarıyla karşılaştırmayı gerektirir. Ancak ondan sonra uyanış başlar. Varlık yine de zorlanır, uyanmamakta direnir. Ama uzun da sürse eninde sonunda başlangıçta verdiği sözü hatırlayıp, bulunuşunu o söze göre ayarlamak zorundadır. Bu onun kaderidir. Kısıtlı hür iradesini bu doğrultuda kullanabilenin işi kolaylaşır, yolu kısalır. Aksi halde bir hayli zorluklara katlanılacaktır. Bu zorluklar içerisinde hissetme mekanizmasını keşfeden varlık, başlangıçta oldukça kaba tesirlerle “hissetmeye” alışır. Giderek hissedişi incelmeye başlar ve sonunda bedensel algılamanın üzerine yükselir. Bu konuma gelebilen, var oluşunun gerçek nedenini anlamaya başlamış ve yüksek hissedişle kazandığı yüksek bilgileri uygulamaya koyulmuştur.

 

Osman Türkmenler  

 

(Güncelleme: 07/03/2007)

 

            İnsanlar yaşamın bin bir zorluğu ile mücadele ederken, bin bir güzelliğine de ulaşmaya çalışırlar. Yüksek hisler, ince süptil enerjilerdir, kısa süreli anlık hissedişlerle insanlara ulaşırlar. Dünyanın kaba maddesi içinde kolayca ifade edilemezler. İnsan o güzelliği, farklı huzuru şöyle bir tadar ama sürdüremez. Çünkü dünya yaşamının vaat ediciliğine kapılır. Hem elindeki ile yetinmez daha fazlasını ister, şikâyet eder, beğenmez hem de beklentisi hiç bitmez.

            Yüksek hislerini yaşama geçirenleri, masal kahramanları gibi görür, onlara imrenir, onlar gibi olabilmeyi ister. Gene de elindekini bırakmaz ikilemler içinde bocalar. Yüksek hisler sorumluluk getirir, alın teri, gayret, güç gerektirir. Gücü meydana getirmek yaşam becerisidir. Bu hem zor hem de kolaydır. Zordur çünkü ego ile mücadele edilir. Kolaydır çünkü ilahi yasa gereği gayret edene yardım edilir.

Günal Gölhan

(Güncelleme: 08/03/2007)

 

 

 

 

İçinde bulunulan ortam, yaşam koşulları, yaşanan olaylar nedeniyle oluşan <ki, en sade deyişle> temkinli davranma içgüdüsü içlerimizde her an bulunan yüksek hislerimizin açığa çıkarılmasını engeller. Yüksek hislerimizin yaşama geçirilemeyiş nedenleri sadece bunlardan ibaret değildir. Asıl etkin olan nedenlerde birisi kişinin kendine olan güvensizlik duygusudur. Diğer bir önemli neden de toplumda fazlasıyla görülen ve de sonucunda derin yaralar bırakan "tutucu" davranışlardır. Neticede nereden bakılırsa bakılsın, son zamanlarda sıkça karşılaştığımız kültür yozlaşması, eğitim düzeyindeki düşüş ve de en kötüsü "…acaba ne derler?" endişesi, içimizdeki ulvî hislerin dışarıya vurulmasını engeller.

Aybars Ongun

(Güncelleme: 09/03/2007)



 

Bunun için gerekli ortamı her zaman yaratmak mümkün değildir. Çevre önemlidir. Celselerimizin birinde şöyle bir paragraf vardı: “Her arzu insan için bir stres kaynağıdır. Kısacası evren ahengine uygun yaşamanın reçetesi, kendi benliğine tapmaktan vazgeçmektir. Her şeyi görüp tanımaktır, anlamaktır büyük bir sevgiyle. Her görüş ve anlayıştan sonra da Tanrı’ya şükretmektir.” Demek ki egonun fazlası insanı kendine yönelik kılıyor ve dünya çalkantısı içinde evrenin ahengine uygun yaşamanın anlamını kavramaktan uzaklaştırıyor.

 

İnsanlar çoğunlukla birbirlerinden çok farklı anlayış içindedirler. Bunun içinde farklı davranışlar sergilerler. Pek az insan aynı duyguları paylaşırlar ve anlaşırlar. Galiba yüksek hislerimizi yaşama geçirememek birlik ve beraberliklerden uzak kalmaktan kaynaklanıyor.

Güzide Turaman


(Güncelleme: 09/03/2007)

<< geri
Ana Sayfa | Hakkımızda | Ziyaretçi Defteri Bugüne kadar sitemizi  kişi ziyaret etti, Şu anda  kişi sitede.