Başkalarından beklediklerimizin çoğunu kendimiz başaramayız ve çok kere de bunun farkında olmayız. Birisi bizi eleştirirse, bize yalan söylerse, dedikodumuzu yaparsa, sözünden cayarsa, övünürse, önem vermezse, vs bu bizim hiç hoşumuza gitmez. Ama bütün bunları biz de yaptığımız halde kendimizce bunu yapmakta haklılık icat ederiz.
Başkalarından beklediklerimiz olduğu gibi kendimizden de beklediklerimiz vardır. Bunların pek azını bir süre başarır sonra yine ipin ucunu kaçırırız. Çok kişi vardır, kendi kendine veya herkesin içinde, artık şunu yapmayacağım” der durur, ama yine yapar.
Bir de kendimizin mükemmel yaptığına inandığımız, ancak zaman zaman başaramadığımız, ama kimsenin bunu fark etmediğini sandığımız taraflarımız vardır. Kendimizi topluma adeta bu yanımızla takdim etmişizdir. Kendi gözümüzde de kendimizi değerli kılan, kendimizi niteleyen bu yanımızı, herkesten beklemeye başlarız. Herkesi eleştirirken merkez nokta bu bizim başardığımız veya başarmaya çalıştığımız yanımızdır. Bu öyle ifrat noktalara gelir ki, bizim başardığımızı başaramayan bir hiçtir.
Şunu kabul etmek gerekir ki, herkes bu yaşamdaki rolünü başarmak üzere teçhiz edilmiştir. İnsanlara objektif baktığımız zaman, hiçbir beklentimizi karşılamayan bir kişinin, biz de olmayan başka bir kaliteye sahip olduğunu hemen görürüz. İnsanların, bazen de kendimizin değerli yanını görmeyip, egomuzun eksik gördükleri üzerine odaklanırsak, mevcut değerler kullanılamaz hale gelir. Nitekim bir kitapta okuduğum bir Ruhsal Plan verişinde “Siz başkalarını davranış olarak ele alır ve onların hareketlerini kendi nefsinizin isteğiyle mukayese edecek olursanız, o takdirde O CEVHERİ küllemiş, kapatmış, gömmüş olursunuz. İşte tüm planınızın esası, her türlü meselenizde ana hedef budur.” denilmekteydi.
Güney Haştemoğlu
(Güncelleme: 12/06/2007)
Başkalarından ne bekliyorum?
Başkalarından bir şey beklememeliyim?
Onlardan kendi başaramadıklarımı istememeli miyim?
Önce bu soruları cevaplamam gerekti:
Başkalarından beklediklerim çokmuş. Kendimden beklediğim şeylerin çoğunu istiyormuşum! Onlara önem, değer ve yer veriyorsam öyle olmak zorunda. Kendi başaramadıklarımı onlardan istiyorum, hatta özellikle onlar üzerinde duruyorum. Sanki benim başaramadığımı onlar başarırsa ben de daha kolay başaracağım. Denge meydana gelecek. Arada kıskanmıyor da değilim, itiraf edeyim.
Yine de başaramadıklarım üzerinde çalışıyorum ya da yorulduysam dinlendiriyorum ama en azından göz önünde tutuyor, bilgi topluyor ve çare arıyorum. Dinlendirirken biraz uykuya dalmış da olabilirim. Rüyamda konuşmuştur o zaman benimle.
Sonuç olarak, önemli olan kendimizle, başkalarıyla, başaramadıklarımızla ve her yerde Olan’la sürekli bir şekilde “iletişmek = karşılıklı iletişim” derim. İletişimin olmadığı yerlerde yaşam da olmaz. Saygılı ve sevgili iletişim. Başarılamayanlar için kendimizi ve başkalarını yargılamadan. Bitmek tükenmek bilmeyen “el tutuş” ve “el uzatış” ile. Sabır ve sebatla. İstek ve umutla.
Yolun uzun olabileceğini unutmadan kısa yollar, tüneller, köprüler keşfederek… Taşlara basarak, tökezleyerek, düşerek bazen. Patikalarda geçiş kavgasına tutuşmadan. Arasıra risk alarak, uçarak, tavşan deliklerine girerek korkusuzca…
Altan Gürol
(Güncelleme: 14/06/2007)