Sevginin Getirdiği
Günlük yaşamımızda olaylar içindeki davranışlarımıza ve ruh hallerimize şöyle bir dikkat edelim. İstemeye istemeye, sevgisiz yaptığımız işlerden tam bir verim alamayız, ayrıca çabuk yoruluruz da. Oysa sevgiyle, hoşnut olarak, güle oynaya yaptığımız işler bizi yormaz, usandırmaz ve sıkıntı vermez. Sevgiyle başladığımız ve sevgiyle sürdürdüğümüz her şey ne olursa olsun, gelişip güzelleşmeye, serpilmeye açıktır. Meselâ sevgisiz büyüyen çocuklarla, sevgiyi tam ve doğru alarak büyüyen çocuklar arasındaki farkları bugün hepimiz biliyoruz. Geçenlerde TV'de bu konuyu içeren bir film oynadı. Film, tam olarak geri zekâlı diyemeyeceğimiz, dış dünya ile bağlantısı kopuk (spastik) bir küçük çocukla ailesi arasında geçiyordu. Aile çocuklarını doktor, doktor dolaştırmalarına rağmen tıp çaresiz kalmış, yapılacak hiçbir şeyin olmadığını söylemişti. Oysa yapılması gereken en önemli şey, çocuğa anlayabileceği şekilde yani onun dilinden konuşarak sevgiyle ilgilenmekti. İşte anne baba gerçekten böyle yaptılar. Özel hayatlarından vazgeçerek kendilerini çocuğa adadılar. Çocuk ne yaparsa aynı hareketi yaparak, neyi ne şekilde kullanırsa aynı şekilde kullanarak önce onun dünyasında onunla buluştular ve sonra sabır ve büyük sevgileriyle çocuğu gerçek dünyaya yavaş yavaş çektiler ve tıbbın durduğu noktada sevgi yine mucizesini gösterdi.
Hayvanlar ve bitkiler dahi kendilerine gönderilen sevgi veya sevgisizliği gayet kolay alabilmekte, gelişmeleri ve davranışları ona göre müspet veya menfi olabilmektedir. Daha da alt plânlara inelim. Bizlerin cansız dediğimiz maddelerin de her zerresi O'nun sevgisinden varedilmiştir. Demek ki, canlı, cansız her şey O'nun sevgisinden varolmuş ve özünde o sevginin gücünü taşıyor. Ve cansızlar da sevgi dolaşımına katılıyorlar. Üst plânların, meselâ bizlerin sevgi titreşimleriyle besleniyorlar. Aynı zamanda bizim sevgimiz onların çok yavaş ve geri plânda olan tekâmüllerine hız katabiliyor.
Sevgi dolaşımını sağlarsak, Yaratan'ın sevgisiyle, aynı zamanda da tüm evrendeki sevginin gücü özünde olan parçacıkların enerjisiyle besleniriz demiştik. O zaman bu dünya hayatı ve bu katı madde, bize bir hapishane, bir cendere değil, bir gül bahçesi oluverir ve biz de onun içinde mutluluk ağacı oluruz. Mutluluk ağacının gıdası da her yerde olan sevgidir. Biz ne kadar çok kişiyi seviyorsak, mutluluğumuz ve huzurumuz da o kadar fazla olur. Dostumuz: «Yoksulluğa düşmekten korkmayınız. Sevmemekten, sevilmemekten korkunuz. Çünkü huzur sevginin kardeşidir.» diyerek bunu anlatmaktadır. Eğer gerçekten seversek ve onun düzeninin işleyişinin farkına varırsak, bütün hareketlerimiz ve ağzımızdan çıkan her söz, ne türden alayların içinde olursak olalım, yalnız iyilik ve şükür olur. «Sevenlerin sedası yalnız şükür ve yalnız sevinçtir. İmdat ve feryat değil.» ve «Sevgiyle bakmasını bilen gerçek ibadeti bulandır. Çünkü o her baktığı yerde yalnız O'nu görür.» diyerek bunu açıklamaktadır.
O'nu görmek demek, O'nun yarattığı düzeni, güzelliği, her şeyin temelindeki hak ve adaleti görmek demektir. Bize bu güzel dünyada bütün nimetleriyle ve güzellikleriyle yaşama hakkı vermesine şükretmemiz, bu hakkın yüceliğini bilerek yaşamamız gerekli. Eğer başımıza gelen istemediğimiz olaylar karşısında şikâyet edip, sızlanıp isyan ve feryat koparıyorsak, sonra dilimizle «Çok şükür» diyorsak, bu elbette ki, gerçek şükür olmaz. Yalnız gösterişte ve şekilde kalır. Diyelim ki, çok sevdiğimiz bir yakınımız bize güzel bir hediye veriyor. Ona nasıl davranırız? Ağlayarak, feryat ederek, isyan ederek mi, yoksa sevinç ve mutluluktan gözlerimizin içi gülerek mi? Elbette bu ikincisini yaparız. Öyleyse bu âlemleri yaratmış, üstünde bizlere tekâmül imkânı vermiş olan Yaratan'a şükrümüz, teşekkürümüz hangi türden olmalıdır? Şüphesiz, her şeyden hoşnut olarak iyi ve doğru yaşayarak ve mutlaka severek «Sizin iyiliklerden köprünüz olsun, sizin doğruluktan bastonunuz ve sizin sevgi dolu gönlünüz; onları bulmak için».
01.12.2008 *ruhsalboyut.com*