Madde âleminde veya madde ötesi âlemde bulunan her varlık bir amaç için yaratılmıştır. Varlığın borcu bu amacı yerine getirmektir. Aksi halde varoluş nedeni ortadan kalkar ve sistem içinde yer alamaz.
Bugünkü bilgimize göre insan dışındaki tüm varlıklar varoluşlarının amacını bilmekte ve eksiksiz yerine getirmektedir. Tüm âlemlerin her an O’nu tesbih etmesinin bir anlamı da budur.
İnsanın çok özel olan varlık nedenini kendisinin keşfetmesi istenmiştir. “İnsan, Arş’a yükselecek olandır. İnsan Arş’da gerçekliğini fark edecek ve yeni bir gerçeklik yaratacaktır. İşte insan böyle bir yolun yolcusudur.” Bu nedenle insan tedricen eğitilip şuurlandırılmaktadır. Şuur hem güçtür hem de bu gücün nasıl yükseltileceğinin ve kullanılacağının bilgisidir.
İnsanın varoluş nedeni en baştan onu borçlu kılmışken insan öğrendiği her yeni gerçek bilgisiyle ya bu borcu ödemekte ya da daha fazla borçlanmaktadır. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” ifadesi insanın gerçek bilgi karşısındaki durumunu açıklıyor.
Eğer insan her yeni bilgi karşısında eski bilgiyi ve o bilgiye dayalı eylemi terk edebilir ve yeni bilgiyi kabul eder ve onu yaşamına geçirirse borcunu öder. Tabii bu borç ödemede zaman faktörü çok önemli. Çünkü “zaman O’nun Planladığının yerine getirilmesi emridir”. Bir başka deyişle yeniyi kabul zamanında olmak gerekir.
Bilgi bir enerjidir. Bilgiyi eyleme geçirdiğimizde bilgiden doğan enerjiyi giyiniriz. Ancak bilgi bir zaman ve şuur enerjisidir. Zaman ilerlerken, o zamanı takip edebilmemiz için şuurumuzun geçmiş zaman bilgisinin enerjisini terk edilip yeni zamanla ilgili bilgi enerjisinin giyilmesi gerekir. Kısaca bugün bilgi dediğimiz enerji yarın gelen bilgi enerjisinin yanında işlevsiz kalacaktır.
“Zaman sana uymazsa sen zamana uy” sözü bunu çok güzel açıklıyor. Zamana uymamak bizim borcumuzu katlar. Kaldı ki insanlık bugün Yüce Gerçeklerin çok yeni bilgisine muhataptır. Çünkü gerçek zaman/şuur/bilgi akışı hızlanmıştır. Bu arada bir yanlış anlamayı önlemek gerekir. Gerçekte yeni bilgi eski bilgi ayrımı yoktur; gerçek tekdir. Ne var ki insan şuurunun içinde bulunduğu realitede gerçek büyük ölçüde farklılaşmaktadır. Bu anlamda değişen zaman/şuur/bilgi değil, gerçeğe yaklaşabilmemiz için bizden beklenen realitenin çıtasının her an yükseltilmesidir.
Hepimiz bir büyük gerçeğe doğru çekilmekteyiz ve bu çekimi bizim hızlandırmamız gerekiyor. Çünkü hedefe varmak için tanınmış olan süre bitiyor. Hızlanmamız ise borcumuzu silerek ilerlememize bağlı.
Güney Haştemoğlu – 30.8.2010 *ruhsalboyut.com*
İnsanoğlu, yaratmış olduğu maddesel hayata dayalı dünya hayatı üzerinde sürekli alış için çalışmadadır, yeri gelir vermeyi aklından bile geçirmez. Fakat bu yaşamın içerisinde görmediği, göremediği, her sistemin içinde olan vermeden yenisini alamayacağının bilincidir.
Borcumuzun ne olduğu, bize verilmiş olanın kim tarafından, niye verildiğinin farkındalığı ile anlaşılacak bir durumdur. Bu farkındalık verilmiş olanın işletilmesini getirmelidir ki, borcumuz veren yönünde ödensin. Yaşantımıza şöyle bir bakalım, soluduğumuz nefesten tutun da, algılayabileceğimiz, ilişkisinde olduğumuz her şey O’nun bize bahşettiğidir aslında. Vermeden almak yaratana mahsustur diye bir söz vardır, bizler maalesef bu sözü üzerimize giyinmiş bir şekilde yaşamaktayız. Bu yaşam bizlerin gerçekler önünde küçük düşmesine neden olmaktadır. Hayatın içindeki güzelliklerin farkındalığı içinde olmamız, bizlerin boynunu öne düşürerek, görmemiz gerekenleri açığa çıkartmalıdır ki, kime, neye ne şekilde borçlu olduğumuz açığa çıksın. Bu yaşam sürecinde oluşturduğumuz yaşamlar, bizlerin verişleri olarak ortaya çıkarak, alışlarımıza hak kazanmamızı sağlayacaktır. Hak edişimiz O’na olan inancımızın perçinlenmesi ile mümkün olacaktır. O’na olan inancın büyüklüğü borcumuzun, O’ndan aldıklarımızın tek tek farkına varmakla olacaktır.
İnsanlık borçludur; insanlık fark ettiği yerden, topluca sorumlu olduğu yerden borçludur. Başımıza gelen her türlü şey, O’na olan borcumuzun farkındalığı içinde olarak hareket etmemizdendir.
Tarık Öztürk – 5.9.2010 *ruhsalboyut.com*