TENKİT KENDİNE, BİLGİ EHLİNE, SEVGİ SEVENEDİR...

SAYFA 1 SAYFA 2 SAYFA 3 * RUHSAL BİLGİ SİTESİ * DOĞRU YAŞAM BİLGİLERİ *                                 *ARAMADIĞIMIZ  HAZİNEYİ  BULAMAYIZ.* SAYFA 4 SAYFA 5 ARŞİV
  Bugün: 2 Mayıs 2024 Perşembe

Bize Ulaşmak İçin
[email protected]
Yazdırılabilir Versiyon


Ruhtaki Derin Uyanıklık

 

           Yusuf El Fahri bir gün her şeyi terkedip Kuzey Lübnan'daki Kadisa Vadisi'nin yamacında bir mağaraya çekildi.

 

           Yakınları dâhil kimse derdini anlayamadı. Köylüleri sonu acıklı bir aşka dair dedikodular üretti. Kimisi 'Delirdi' dedi. Birkaç kişi de 'O dünyayı değil, imanın yolunu seçti' diye yorumladı.

 

           Yeni yetmelik çağındaki Cibran bunu kafaya takmıştı. Çünkü Yusuf El Fahri'nin sırları olduğuna inanıyordu.

 

           Bir iki kez vadideki sedir ormanının ötesindeki mağaralara gidip adama yakınlaştı. Hiddetli bakışlar ve kaba sözlerden başkasını elde edemedi. Hayal kırıklığı yaşadı.

 

           İki yıl geçmişti ki El Fahri'nin inziva hücresinin bulunduğu yerlerde dolaşırken çöl fırtınasına yakalandı.

 

           'Böyle bir halde karşınıza çıktığım için beni hoşgörün ama fırtına...' diye söze girmişken El Fahri somurtarak süzdü onu. 'Bu bölgede mağara çoktur, onlara da sığınabilirdin' dedi. Ama bunu söylerken elindeki kuşun kafasını görülmemiş bir yumuşaklıkla okşuyordu.

 

           Uzun öykünün kısası, karşılıklı olarak birbirlerini sözlerle tarttılar. Sonunda genci bir geceliğine misafir etti El Fahri; üzerine hırka, örtü verdi.

 

           Akşam yemeği vakti kalkıp içi şarap dolu bir testi, ekmek, peynir, zeytin, bal, kuru meyve çıkardı. Sessizce yediler. Üzerine nefis kokulu kahve içtiler.

 

           Sonunda Cibran'ın aklından geçenleri okur gibi konuşmaya başladı El Fahri:

 

           'Bu hücrede şarabın, balın, kahvenin bulunmasına şaşıyorsun değil mi?'

 

           Cibran yanıtladı: 'Allah'a kulluk etmek için dünyadaki tüm lezzetlerin ve mutlulukların terk edildiğine inanmaya alışmıştık efendim!'

 

           Bunun üzerine Yusuf El Fahri şöyle devam etti:

 

           'Ben dünyayı Allah'ı bulmak için terk etmedim. Onu evimde ve her yerde bulmaktaydım. Ben insanları terk ettim. Çünkü ahlakım ahlaklarıyla, düşlerim düşleriyle uyuşmuyordu.

 

           Şehirleri terk ettim. Çünkü artık şehirlerin kökleri yerin derinlerinde, dalları bulutların üstündeydi; ama hırs ve kötülük çiçekleri açan, keder ve kaygı meyveleri veren yaşlı bir ağaç gibiydiler.'

 

           Sonra sesini daha da yükselterek dedi ki:

 

           'Yalnızlığı kardeşim; dua ve zahitlik için seçmedim. Çünkü dua kalbin şarkısıdır ve her yerden Allah'a ulaşır. Hayır. Yalnızlığı, değer ve onur bakımından alçakça şeyleri satın alabilsin diye ruhlarını satan adamların yüzlerini görmemek için istedim...

 

           Yalnızlığı istedim. Çünkü nezaketi zayıflığın bir parçası, hoşgörüyü ödleklik, yücelmeyi böbürlenme fırsatı kabul eden kalabalığın terbiyesizliğinden usandım.'

 

           Ve daha ne çok anlattı Yusuf El Fahri...

 

           Doğulusuyla, Batılısıyla halkların aslında nasıl birbirine benzediğini, farkların kurtla sırtlan arasındaki kadar olduğunu; bilimler ve sanatların bile nasıl esaret zincirleri olup çıkabileceğini anlattı.

 

           Sonra durup 'Bir şeyin dışında hiçbir şey yoktur' dedi.

 

           Heyecanlandı Cibran. Soluk soluğa 'Nedir o?' diye sordu.

 

           Yusuf El Fahri işte o zaman ellerini göğsüne koyup ışıldamaya başlayan çehresiyle 'ruhtaki derin uyanıklık' dedi.

 

           'O, ben ailemin, dostlarımın, toplumun ortasındayken gözlerimdeki perdeyi indiren eldir ki bu yüzler de neyin nesi, bunlar kim diyerek kalakalmışımdır.

 

           Onu tanıyan sözle anlatamaz; tanımamış olansa asla sırlarını kavrayamaz.'

 

Halil Cibran'dan

Gönderen: Canan Türkmen

 

28.07.2008 *ruhsalboyut.com*

 

<< geri
Ana Sayfa | Hakkımızda | Ziyaretçi Defteri Bugüne kadar sitemizi 94383236 kişi ziyaret etti, Şu anda 553 kişi sitede.