TENKİT KENDİNE, BİLGİ EHLİNE, SEVGİ SEVENEDİR...

SAYFA 1 SAYFA 2 SAYFA 3 * RUHSAL BİLGİ SİTESİ * DOĞRU YAŞAM BİLGİLERİ *                                 *ARAMADIĞIMIZ  HAZİNEYİ  BULAMAYIZ.* SAYFA 4 SAYFA 5 ARŞİV
  Bugün: 28 Mart 2024 Perşembe

  ZAMAN SONRASINA ...
  SAHİP OLMA DUYGUMUZ
  İRADE NİYETLE GÜÇLENİR
  YEDİ SES, YEDİ RENK...
  GÖNÜL DEĞERLERİMİZ -1
  KAZANÇ EMEK KARŞILIĞIDIR
  UYANIŞ İÇİN BAŞLANGIÇ
  UYANIŞ İÇİN AKTİFLEŞME
  DİLEKLER GERÇEĞE AİT...
  BİLGİ, HİZMET VE GÜÇ
  KOŞULSUZ SEVGİ NEDİR?
  ZAMAN IŞIK ANAHTARDIR
  VİCDANDA YASA, GÖNÜLDE O'
  ANLAMAK AHENK SAĞLAR
  İKİNCİ ZAMAN
  ZAMANI YAŞIYOR OLMAK
  İYİ VE DOĞRU
  DİKKAT ÜST BİLİNCİMİZİN...
  SEVGİ VE YAŞAM
  ZİHİN VE SEVGİ
  İYİLİK BÖYLE BİR ŞEYDİR
  UMUDU DAHA GENİŞ DÜŞÜNMEK
  HAYRI BİLMEK O'NA ERMEKTİR
  EYLEM YOKSA BİLGİ...
  IŞIK OLMAK
  KORKU VE ENDİŞE
  BİRLEŞTİRİLEN DEĞERLER
  BAŞEDEMEDİĞİMİZ SINAVLAR
  DÜNYA OYUNU...
  SEVGİ ÜZERİNE...
  RUHSAL İNCELİK
  ŞUUR VE BOYUT ANLAMLARI
  GÜCÜN KAYNAĞI AŞK...
  GERÇEĞİN GÜCÜNÜ GİYİNMEK
  TV'DE NELER VAR?
  ÖZGÜR MÜYÜZ?
  KURTULUŞ KENDİNİ BİLMEKTİR
  BİLGİ, SEVGİ VE HAYIR
  RUHSAL DENGE VE DÜZEN
  RUHSAL GERÇEK
  GERÇEK BİZ KİMİZ?
  RUHSAL YOLUN ÖNCELİKLERİ
  BİRLİK VE HAYIR İLİŞKİSİ
  BÜTÜNLENMEK
  ALLAH İNANCI
  TV'DE NELER VAR?
  RUHSAL ÖZGÜRLÜK
  ÖZGÜR OLMAK
  DİLEKLERİMİZ
  ÖZ BİLGİ
  HİZMET YARATMAK
  O'NUN ADALETİNİ ANLAMAK
  İLAHİ ADALETİN TECELLİSİ
  KADERİMİZİ BİZ Mİ YARATIYORUZ?
  SEVGİ VE AYDINLANMA
  TV'DE NELER VAR?
  YÜKSEK HİSSEDİŞ
  HAYRI BİLMEK
  SEVGİ VE KENDİNİ BİLME
  SEVGİ VE İNSANÎ DEĞERLER
  YENİ BOYUTA HAZIR MIYIZ?
  TV'DE NELER VAR?
  KARDEŞLİK ANLAMI
  YALAN SÖYLEMEK
  O'NUN SELAMI
  ATEŞ VE YANMAK
  DÜŞÜNCE SEVGİ VE İYİ OLMAK
  ANLAMAK DÜŞÜNMEK ARAMAK
  SEVGİ, İNANÇ, BİLGİ, VE NEŞE
  TV'DE NELER VAR?
  VAROLUŞ SORUMLULUĞU
  İNSANIN ÖZ DÜZENİ
  RUHSAL BİLGİYE UYMAK
  ŞUURLANMA
  KENDİMİZİN SORUMLULUĞU
  YALNIZ İYİLİK
  BERABERLİKTEN BİRLİĞE
  BİLGİNİN HAKEDİLİŞİ
  İNANMAK İLE YAPMAK
  İNANÇ VE SABIR
Bize Ulaşmak İçin
[email protected]
Yazdırılabilir Versiyon

HAFTANIN SORUSU OKUYUCU YAZILARI

Bilmeden Büyük Konuşmak, Nasıl Bir Durumdur?

 

         İnsanı tek bir beden ve zihin olarak düşündüğümüzde bu sorunun bir tek cevabı vardır. “Ukala veya kendini bilmez.”  Ama insan denen o çoklu yapıdaki varlığı kabul ettiğimizde ve ona göre düşündüğümüzde bu cevap farklılaşır.

         İnsan neden bilmeden büyük konuşur, çünkü onu öyle konuşturan farkında olmadığı yanı, onun gücü ve bilgisidir. Ruhudur. Daha başka ifadeyle potansiyel değeridir. Genelde böyle konuşmalar çevrede haddini bilmezlik, ukalalık, kendini beğenme, hatta şuursuzluk olarak algılanır. Söyleyen bile zaman geçince neden öyle konuştuğunu unutur veya şaşar kendi ifadelerine, O anda hissettiği gücü kaybetmiştir çünkü. Oysaki o konuşmanın içinde, geleceğine yönelik ifadeler, yapması gerekene açıklıklar vardır. “Ben insanlara artık farklı gözle bakıyorum, herkesi çok seviyorum” diyebilen insan için, temelde yatan gerçek söylediklerinin kendisini olmaya davet ettiği yöndür. Yoksa olduğu hâl değildir.

         Konuşmalar ne kadar kişinin görünen halinin dışında şeyler gibi görünse de, ağızdan çıkan her kelimenin dayandığı bir içsel gerçek vardır. Önemli olan o gerçeğin farkında olabilmek ve kontrolü, değişimi ele alabilmektir. Söylenenler gelip geçici ifadeler olarak görüldüğünde ruhsal kazanç için devrede olan bir sistem de göz ardı edilmiş olur.
 

         İnsan büyük ölçüde aklı ve egosu istikametinde yol aldığından, büyük konuşmalarının gerçeğini kavrayamaz. Ego onları ya başkaları üzerine yapıştırır, ya da bizzat giyinerek kişiyi ego yönünden daha da güçlendirir. Bundan kaçınmak gerek. Bilmeden büyük konuşmak, çözülebilirse eğer, kişinin çok özel öğreticisi olabilir, çünkü olduğunu değil, olması gereken yönünü ifade eder, hem de kendi diliyle.

 

Selay Gunon

 

(Güncelleme: 04/12/2006)

 

 



 

                Bir şeyi bilmek önemli değil, haberdar olmak, duymak bile o konuda fikir yürütmemiz için yeterli olmaktadır. Hatta kimsenin bilmediğini sandığımız konularda dahi kendi düşüncelerimiz doğrultusunda abartarak veya konuyu gizemli hale getirerek karşımızdakini etkilemeye çalışırız. Bazen kısmen bildiğimiz konuları kendimizden ilaveler yaparak aktarırken bile haz duyarız.

               Temelde fıtratımızda gelişme ihtiyaç ve isteği vardır. Bilsek de bilmesek de bu böyledir. Yerinde saymak, ilerleme kaydetmemek bizleri mutsuz ve huzursuz etmiştir ve edecektir de. Onun için atalet ve miskinliğin ağır baskısı altında bizleri biran olsun rahatlatacak ve mutlu edecek, bizi aşan konuşma ve fikir yürütmeleri, içimizdeki darlık ve sıkışmışlığın geçici sigortası gibidir. Aslında bu şekildeki davranış bizde bilmeye ve anlamaya karşı bir atılım ve sorumluluk ta yükler. Ama atalet ve miskinliğin etki ve tesiri altından kurtulama beceri ve cehdini gösteremeyince, ukalalık, yalancılık ve şahsiyetsizliğe doğru kaymalar zaman içinde kaçınılmazdır.

               Yaşamakta olduğumuz üç boyutlu madde bütünlüğünün icapları doğrultusunda gelişmekte olan organizmalarımıza rağmen, bizim dışımızdaki birçok nedenlerden ötürü ilahi sistem, binlerce asır önceden hızlı evrim programlarını başlatmıştır… Normal evrimimize göre kendi doğal yollarımızdan ihtiyacımız doğrultusunda bilmemiz gerekeni bilecek, öğrenmemiz gerekeni öğrenecekken, bizi aşan ve öğrenmeye zorlandığımız bilgiler ve anlamamız gereken durumlar karşısında sürekli bir hızlanma ile bu zamanlara kadar geldik ve şimdilik kaldıramadığımız ve hazmedemediğimiz teknoloji ve düzenleri kurduk…

                Artık tekâmül olarak bizden istenilen belli hedef ve standartlara kimilerimiz ulaşmış, kimilerimiz ulaşmak üzere, kimilerimizse bu hedeflerden habersiz yaşamını sürdürmektedir. Ama aynı etki ve tesirlere maruz kalmanın verdiği durum ile bireyler kendi aralarında oluşan farklılıklarından ötürü birbirlerine kendilerini ispatlama ve kabullendirme telaşı ile her yolu kullanmayı mubah sayabilmektedirler… Mesele hedefe varma telaşıdır. 
 
Orhan Yarat

(Güncelleme: 04/12/2006)




 

Büyük bir düşünüre bir konu hakkında sormuşlar. ”Üstat, bu konu hakkında ne düşünüyorsun” diye. Bilmiyorum demiş düşünür… ”Henüz konuşmadım ki” Bu durum hepimiz için geçerli aslında. Üzerinde yoğunlaştığımız bir konu hakkında oluşan fikirler, konuşmaya başladığımız anda, dökülmeye başlıyor ve söylediklerimiz kendimizi bile şaşırtabiliyor.

 

Düşünce sınırlarımızı kaldırdığımız anda Evrensel düşünce havuzundan herkes bilgi alabilir. Yüzyıllarca önce yaşamış büyük filozofların; bir Sokrat’ın, bir Eflatun’un hatta Descartes’in düşüncelerine ulaşabiliriz. Varlığımızın boyutlarını bilmememizden hatta yanlış bilmekten kaynaklanan sınırlarımızın içine kendimizi hapsediyoruz. Zaman zaman tesadüfen de olsa bu sınırların içine sızan çok güzel düşünceler de olabiliyor, fakat biz sınırlarımızın içinde bu düşünceye bir yer bulamayınca onu alıp fırlatıp atıyoruz.

 

Sınırlarımızı nasıl kaldıracağımız konusuna gelince. Bu herkes için farklı bir yoldan olabilir. Yetişme tarzımız, yaşadığımız toplum kuralları, aldığımız eğitim v.s. tümü bizim şu andaki kişiliğimizi ve düşünce sınırlarımızı belirler. Öncelikle sınırlarımızın olduğunu kabul etmekle başlayabiliriz işe. İkinci adım da bence, varlığımızın büyüklüğünü ve nelere muktedir olabileceğimiz konusunda olan inancımızı gözden geçirmektir.

 

"niRVana"

(Güncelleme: 05/12/2006)

 


 

 

Büyük konuşmak, gerçeklere değinmektir. Gerçek nedir? Gerçek dile gelmeyendir. Bizim için gerçek, insanlığın, içinde bulunduğu zaman kesitinde ideal olarak gördüğü üst değerlerdir. Şuurlarımızın üst sınırlarının da üzerinde bulunan mutlak değerler bizler için idrak edilemez olduklarından, onları anlamaktan aciz bulunuyoruz. Bizim ideal gerçeklerimiz, kendi alanlarında kendilerini kanıtlamış, üstün-insan diyebileceğimiz kişilerce dile getirilen, ya da göksel kaynaklardan iletilen bize ve zamanımıza uygun bilgilerdir.

Bilmeden büyük konuşmak, bu bilgilerin yersiz, zamansız ve rastgele ortaya dökülmesidir. Öğrenmeyi, sadece ezberlemekten ibaret zannedenlerin,  genellikle egosal nedenlerle, hafız gibi ezberlediklerini yerli-yersiz ifadelendirmeleri sırasında, önemini idrakten aciz oldukları bazı büyük bilgileri de, hatta farkında olmadan söylemeleri, bilmeden büyük konuşmaktır. Bunun bir istisnası, halktan gizli bazı görevlilerin, belirli ortamlarda insanları uyarmak amacıyla bazı büyük gerçekleri rastgele söylüyormuş gibi fakat bilerek söze dökmeleridir. Amaçları, bazı gerçek arayıcılarına hitaptır. Onlar bu rollerini oynadıktan sonra çoğu zaman gözden kaybolurlar.

Bir de bazı büyük değerleri ilk nazarda insana aykırı gibi gelen ifadelerle söyleyen görevliler vardır. Onların hedefi de bu yolla çarpıcı şekilde dikkati çekmektir. Birkaç örnek vermek gerekirse: Neyzen Tevfik’in, “Bu mudur insan diye halk ettiğin eşek sürüsü?” ifadesi, kendini ve yerini bilmeyenleri insanlığa davet için söylenmiştir. Keza, Ömer Hayyam’ın, “Seccadeye tapan eşektir yatıp kalkan” sözü, anlamını düşünmeden yapılan şekli ibadetin yararsızlığını çok açık ifade etmek için söylenmiştir. Attar’ın, “Bir kadehcik şarapla sarhoş olma. Ara, iste, zira bu işin sonu yoktur” sözü, anlam yolunda olanların azla yetinmemelerini öğütler. Ve nihayet Mevlana, “Dünle beraber gitti cancağızım düne ait ne varsa. Bugün yeni bir gün, yeni şeyler söylemek gerek” beyiti, her devrin kendi gerçekleri olduğunu ve o gerçekleri elde etmek gerektiğini en açık şekilde dile getirir. Gerçeklerin içinden kalıcı olanları ayırıp, o günün gerçeklerinin bulunması ve onlara uyulması gereğine dikkati çeker. Marifet, şimdinin gerçeklerini geçerli kılmak ve böylece geleceğin gerçeklerini bulacak olanlara yolu açmak olmalıdır.

Osman Türkmenler

(Güncelleme: 05/12/2006)


 

          Konuşmak enerjiye yön vermektir. Konuşarak, her hangi bir niyeti ifade ettiğimiz zaman, içsel bir kararı ortaya koyarız. Bu niyet, kesin bir karardır. Eğer bu kararı belli bir enerji ile ifade etmişsek o,yerine gelir. Niyet, bir kararın sonuna kadar uygulanmasını sağlamak için sürdürülen enerjidir.

 

          İnsanlar genellikle büyük konuşmaktan çekinirler. Bilgi sahibi olmadan fikir beyan eden, büyük konuşan, büyük niyet ifade eden, eğer bu niyetini yerine getiremezse, pişmanlık ve mahcubiyet yaşar. Bilmeden büyük konuşanın, karşılığını yerine getiremediğinde uğradığı zarar, kelimelerin ve onların ifadelendirdiği anlamların ne kadar büyük bir gücü meydana getirdiğini de bize gösterir.

 

          Artık bildiğimiz gibi, kelimeler; güçlü ve özgün titreşim frekanslarına sahiptirler. Kelimelerin enerjisi evren üzerinde etkilidir. Onun için düşüncelerimize, kendimize ve başkalarına söylediklerimize dikkat etmeliyiz. Bu etkili gücü bilinçli kullanmalıyız. Sevgi için, sağlık için, akıl için, güzel olan ne biliyorsak onun için, bu gücü kullanmalıyız.

 

Günal Gölhan

 

(Güncelleme: 06/12/2006)





Bilmemek, insanın içinde bulunduğu şuur basamağına göre değişen bir durumdur. Hızır Aleyhisselam'ın yanında Hz. Musa da bilmeden konuşuyordu. Öğrenmek bir sabır çalışmasıdır. Sabır, bir anlamda görünenin arkasında bir de görünmeyen olduğunu, onu anlamak gerektiğini, bugün ortaya çıkan durumun yarın başka ne gibi sonuçlar verebileceğinin idrakinde olmanın önemini, ulu orta hüküm vermenin yanlışlığını öğretir.

 

Aslında insan devamlı olarak bilmediği halde hüküm verme ve büyük konuşma yanlışına düşmektedir; "Ben olsam şöyle yaparım", "ben asla öyle yapmam", "benim çocuğum böyle bir şey yapamaz; çünkü o şöyledir, böyledir", "asla affetmem", "çok ayıp, çok kötü", "çok iyi, çok doğru",  "şu, şudur, bu da budur" vs. Derler ki, "büyük konuşma! sonra başına gelir!" Bu çok doğrudur, çünkü insan büyük konuşarak deneyimsizliğini, kendini tanımadığını ortaya koymakta ve sınavını hazırlamaktadır; feraseti ile göremediğini, üzülerek öğrenecektir.

 

Kendisine şanslı diyenlere de, şanssız diyenlere de "belki" diyen Çinli köylünün öyküsündeki gibi, olayları çok dikkatle izlemek, sonuçlarını görmeden konuşmamak gerekir. Bu sonuçlar ise birbirini doğurarak sürüp gittikleri için belki de bir ömür boyu, hiç hüküm vermeden, büyük konuşmadan yaşamak gerekecektir.

 

Peki, hüküm vermeden nasıl eyleme geçeriz? Eylemsiz, her şeye öylece seyirci mi kalalım? Çoğu olayın hükme dayalı eylemcisi zaten var. Bize de sonuçları görmek düşüyor. Hüküm sözcüğü, bilmediğimiz konulardaki tavrımızı ifade ediyor. "Bir bildiğim varsa o da hiç bir şey bilmediğimdir" sözündeki derin anlayışı bir yana bırakırsak, "bilme" ye açık olduğumuz pek çok konu var. Öğrenmek, bilmek sonra karar verip eyleme geçmek konusuna kim itiraz edebilir ki? Yeter ki bil, önce bil, sonra ne istersen söyle, ne istersen yap!

 

Güney Haştemoğlu

(Güncelleme: 06/12/2006)

 



 

Bizler öğretilmiş dünyevi duygularla hareket etmekteyiz. Bize neyin ne kadar öğretildiğinin araştırmasını yapmadan günlük insan koşuşturmasının içerisinde sürükleniriz. İnsanların yaptığı tipik hareketleri yapıp, biz de öğrendiklerimizle bunu süsler, hayatı bir şekilde yaşamaya başlarız. Acı çekeriz, seviniriz, hayal kırıklıkları yaşarız. Bu sayılanlara eklenecek birçok şeyle değişik duygular yaşarız. Sevindiğimiz kendimizi mutlu hissettiğimiz durumları biz yaratmış oluruz, yaşadığımız olumsuz, bize acı veren kısımlarını da başkalarına, başka şeylere yüklemeye çalışırız.

Aslında olumluları oluşturduğumuz gibi olumsuzları da bizler oluştururuz. Ama kendimize kondurmayız. Ta ki belirli bir farkındalığa ulaşana kadar. Konuşmalarımızın nereye gittiğini, neler doğurabileceğini düşünerek hareket etmeye başlarız. Bazı şeylerin farkına vardığımızda hala günlük koşuşturmaların içindeyizdir ama. Bir şeylerin farkına vardığımızı sanırız. Fakat alışkanlıklarımız bize mani olmaya devam eder. Farkındalık insana çok büyük bir sorumluluk yükler. Bizim farkına vardığımızı sandığımız şey bir tiyatro perdesinin aralanıp hemen kapatılmasıyla aradan sızan ışığın zihnimizi dürtmesiyle oluşan bir etkidir. Bizler bu dürtüyü alıp alışkanlıklarımızla kullanmaya çalışırız. Ve o aralanan perdeyi bir daha sızdırmayacak şekilde kapatmış oluruz. Aslında bu dürtü bize alışkanlıklarımızdan sıyrılmamız için hissettirilir. Konuşmak da bir alışkanlıktır. İşte burada gerçek farkındalığa varabilirsek bugüne kadar neler üzerinde konuşup nasıl hükümler verdiğimiz ortaya çıkar. Bizim en çok hata yaptığımız şey ezbere konuşmaktır. Bilmeden, üzerinde çalışmadan sağdan soldan duyduklarımızı olmaması gereken ortamlarda da konuşarak yanlış bir eyleme sokmuş oluruz. Bilmeden konuşmak zaten büyük konuşmaktır. 
  

Bilmeden konuşmanın aktarımı bilinçsizce olduğundan şekil alması da bilinçsizleşecektir. Bilmeden konuşarak kendimizi bağladığımız gibi bu konuşmaya ihtiyacı olanları da bağlayacaktır. Bunun sonucunda ise hem kendimizi hem de bize inanacakları gerçeklik yolundan saptırmış oluruz. Demek ki ağzımıza geleni söylemek yerine bildiğimiz, araştırmasını yapıp gerçek nezdinde doğru olduğuna inandığımız konular üzerinde konuşmalıyız ki, bilgisizce büyük konuşup yarının yanlış sonuçlarına girmeyelim.

Tarık Öztürk

(Güncelleme: 06/12/2006)


 

 


 

Gündelik yaşadığımız olaylar kimi zaman inancımızı kaydettirebilme aşamasına geldiğinde ruhsal boyutu unutup boyumuzu aşan kelimeler ve düşünceler sarfedebiliriz. Bu tarz düşüncelerin ve konuşmaların  içinde bulunduğumuz sistemi ve sisteme dâhil olan bütün varlıkları etkilediği şüphesizdir. Olaylar karşısında daha sağlam bir şekilde durabilmemiz içi egomuzu kontrol altında tutmamız şarttır. Bizi üzen yıpratan olaylara karşı kullandığımız ''bir daha asla yapmam, gitmem, konuşmam, görmem'' gibi cümleler sarfedildiği  ya da en azından düşünüldüğü zaman sisteme söyle bir sinyal gitmektedir. Evet ''bunu söylediğin için artık kendine bir sınav yarattın ve bununla bir süre sonra karşılaşacaksın''

          Bu tarz düşünceleri bilerek ya da bilmeyerek de söylesek de sonuç değişmeyebilir. Büyük konuşmaya devam etmek karşımıza çeşitli sınavlar getirebilir. Bütün bunların yerine ''inşallah bir daha böyle bir şeyle karşılaşmam, ya da karşılaşırsam üstesinden gelmeme izin ver'' gibi isteklerle bu durumu ortadan kaldırabiliriz. Bilmeden büyük konuşmak aslında kişiyi zora sokan bir davranıştır o an ki öfke ile hâkimiyeti kaybederek yapılan  bir  tepkidir ve daha da önemlisi sistemi de içine alarak verilmiş bir söz niteliği de taşıyabilir. Bu durumda ağzımızdan çıkacak kelimeler çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Sakinlik içerisinde olayları değerlendirip sonra gerekeni söylemeliyiz...
 
zeynep ebru güçnar


(Güncelleme: 06/12/2006)




         Konu, halk arasında sıkça tekrarlanan bir çok deyimi çağrıştırmaktadır:

                   Büyük lokma ye, büyük söz söyleme!...

                   Üç kez düşün, bir söyle!...

                   Söz gümüş ise, sükût altındır!...

                   Boğaz doku boğumdur!...

                   Çok laf yalansız olmaz!... ve daha niceleri gibi…

         Bütün bunlar yüz yıllardır söylene gelen ve halk bilgeliğini gösteren nice derin anlamlı güzel sözlerdir. Gönüllerdeki mana birçok önemli ikazı ortaya koyarak kişinin bencillik tuzağına düşmesini önlemeye çalışmıştır. Dile dökülen sözlerin çoğu kez o andaki duygusal tepkilerle ve sağlıklı bir düşünceden yoksunluğu, öğünme, abartı ve haksız eleştirilerle örülmüş olması muhakkak ki çok olumsuz etkiler yaratmaktadır. Ve sözü devam ettiren kişi durup, konuyu hayırlı bir akışa çevirecek sağduyudan toksun kalmaktadır.

         Oysaki kişinin konuşulacak her şeyden önce çok iyi bilmesi gerektiğinin bir yöntem olarak kabulü; tartmadan söz dökmemesi ne kadar hayırlı olurdu. Çünkü böylece bilginin kitap kalıpları dışında insan şuurunda (kişinin tekâmülü oranında) dayandığı daha yüksek esaslara ve hatta yüce plân manalarına uyması sağlanırdı. Böylece bir konuşmanın dinleyenlerle birlikte; hayra dayanan, gerçek bilgi ve manaları yansıtan yönü muhakkak ki ruhsal gelişme yönünden etkili bir güç oluşturacaktır. Aksi hâlde yepyeni bir sınav kapısı açılarak kişinin zaman kaybı ve hatta tökezlemesi söz konusu olabilecektir. Bu kayıp aynı düşünce alanındaki diğer kişileri de sürükleyerek bir duraklamaya neden olabilir.

         Bu, mekanizma açısından bakılınca, hayra ve yüksek manalara dayanan bir söz olmadıkça; gerçek bilgi de oluşmayacaktır. Kişi burada bir yöntem olarak, “Bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir.” deyimindeki gibi davranmalı ve belki de susmayı tercih etmelidir. Söz ve içeriği her zaman alçak gönüllülük ve hayırlı bir ölçüde olmalıdır. Bunun çevresiyle birlikte kişinin nice hayır manalarına yol açabileceği, aksi hâlde ruhsal gelişmede büyük kayıplara neden olacağı hiç unutulmamalıdır.

Gürmen Güler

(Güncelleme:07/12/2006)





         Büyük konuşmak deyimi günlük hayatta da karşımıza sık sık çıkmakta ve çok defa çevremizin uyarıları ile bizi karşılaştırmaktadır. Belki de bir mana derinliği düşünülmeden pratik bir duyuş olarak büyük konuşmanın kişiye bir zaman sonra bir sınav açacağı ve daha zor durumlar yaratacağı endişesi ortaya çıkmaktadır.

         Bu durum bile konuşma anında söze dökülen düşüncelerin anlam boyutunda bir gücü olacağını ve bu gücün zaman içinde olaylara neden olacağını göstermektedir. Olayların tekâmül zinciri içinde birer aşama, birer basamak olacaklarını göz önüne getirirsek şöyle bir sıralama bu mekanizmanın esası olabilir: Şuur süreci –düşünceye dökülen mana– mananın söz ve kelimeler boyutunda ifadesi –bu ifadelerin oluşturacağı güç dalgaları– bu gücün yaratacağı veya yönlerini değiştireceği olaylar boyutu gibi… Doğaldır ki, bu sıralamalar kesin bir esas veya kalıp olmayıp, konuya bir yaklaşım denemesidir.

         Şimdi konuyu biraz daha özelleştirelim: Konuşmanın esasındaki mananın kısmen veya tamamen bilinmediği; buna karşın şuur değerleri yerine egosal kişilikten sözlüklerin ortaya döküldüğünü var sayalım. Yani gerçek ve hayır dışında söylenecek sözler muhakkak ki bir “büyük konuşma” süreci başlatacaktır. Bu durumda düşünce eşittir söz gücü gibi bir etki, plân akışında, hayırdan sapmalara ve virajlara, kısır döngülere neden olacaktır. O zaman bunların giderilmesi ve ortadan kaldırılmaları (hiç gerekmediği hâlde) yepyeni gecikme ve sınavlara neden olacaktır.

         Bu hususta; bilhassa kendini çok bilgili zanneden fakat kişiliğini ukala olarak nitelendireceğimiz kişi veya kişiler bilmeden veya bilerek büyük konuşmalar yapacaklarından mümkün olduğunca dikkatli davranmaları ve sözlerine çok ihtimam göstererek başlayıp sona erdirmelidirler. Zira çevrelerindekilerin sabırlarını taşırıp kendilerine sözlerinin ne kadarının farkında olduklarını sorabilir ve hayırdan uzaklaştıklarını ifade edebilirler. Çünkü insanlar et ve sinirden yaratıldıklarından her zaman sabırlı olamayabilirler.

         Buradan kazanılacak yöntem şu olabilir: Mümkün olduğu kadar geniş bir düşünce ve bilgi ile oluşturulan manalar söze dökülmelidir ki, olumlu enerjiler oluşsun ve tekâmülde yararlı olsun…

Muzaffer Güler
       
(Güncelleme: 07/12/2006)

<< geri
Ana Sayfa | Hakkımızda | Ziyaretçi Defteri Bugüne kadar sitemizi 93419004 kişi ziyaret etti, Şu anda 509 kişi sitede.