Görev, yaşantımızın her bölümünde hatta bazı bölümlerinde aynı anda birden fazla misyon taşımamıza neden olan bir durumdur. Çalışma hayatımızda bize verilen işlerin içinde bile birçok farklı durumu yaşarız. İşimizin gerektirdiği faaliyetleri yaparken aynı anda, bulunduğumuz ortam içinde iş arkadaşıyız, bazı kişilerle dostuz, ülkenin bir vatandaşıyız, komşuyuz, akrabayız, hemşeriyiz, babayız, anneyiz, evladız, geliniz, damadız, kardeşiz, ablayız, ağabeyiz, dünya insanıyız, varlığız, vs.
Bütün bu görevler kendi içinde birçok sorumluluğu da bizlere yüklemektedir. Hepimiz bu dünyada huzur içinde mutlu, sağlıklı, uyumlu, güven içinde, sevilen, sayılan insanlar olarak yaşamak isteriz. Fakat şartlar her zaman bizim beklediğimiz gibi gelişmez. Sağlık sorunlarımız çıkabilir veya sevdiklerimizin sağlıkları bozulabilir. Bu durumda görevi doktorluk olan tıp eğitimi almış insanlara ihtiyaç duyarız. Umutla, o kişinin görevini iyi yapmasını bekleriz. Bizim o kişinin görevi ve aldığı eğitimle ilgili bilgimiz yoktur. Bulunduğumuz hastanenin, labratuvarın ve diğer departmanların neyi nasıl yapması gerektiğini bilmeyiz. Görev onlarındır ve biz sevdiğimiz insanı o hastaneye, o doktora götürme ve bedelini ödeme görevi ile sorumluyuz.
Bizim diğer insanlardan beklediğimiz görevlerini en iyi şekilde yapmaları ve sevdiğimiz insanın hayatını kurtarmalarıdır. Bunun için dua ederiz. Eğer doktor, yeterince erdemli bir insan değil ise, bulunduğu şartların içindeki kolay olan ve kendisine ekstra fayda sağlayacak bir yol çizebilir. Bu durum gereksiz bir ameliyat, gereksiz bir ilaç yüklemesi, kendisine hastane tarafından verilmiş ciro kotasını doldurabilecek çeşitli ve karmaşık tıbbi tahliller halinde ortaya çıkar. Bizler o kişinin bizden istediği her şeyi yerine getirmeye çalışarak sevdiğimiz insana karşı görevimizi yaptığımızı düşünürüz.
Gerçek anlamda erdemli olan bir kişi hiç kimsenin farkına varamayacağı her türlü konuda kendine karşı sorumluluk hissederek görevini dürüstçe yapmasıdır. Tabii bu görevi yaparken kendisinin dürüst olması yanında bilgisi dâhilinde etrafında gördüğü dürüst olmayan her şeye karşı da gereken tepkiyi göstermesi gerekir. Erdemli olmak yalnızca insanın kendi yaptığı işlerde dürüst olması değil aynı zamanda farkına vardığı her konuda aynı tutumu izlemesidir.
Birçok kişinin görevini kötüye kullandığı bu dünyada, erdemli kalabilmek ve korkmadan cesurca yanlış olanlara karşı çıkmak için çok yürekli olması lazım. Gerektiğinde susabilmek ama gerektiğinde avazı çıktığı kadar bağırabilmektir erdem. Bir kötülüğü yapmamak değil yapılmasına da mani olmaktır. Hayatın getirdiği ve kişinin elinde olmayan koşullara hükmetmektir.
niRVana
(Güncelleme: 04/07/2007)
Erdem bir bakıma varlık âlemini yaratan O SEVGİ’nin içinde mündemiçtir. İnsanın erdemli olup olmama konusunda bir seçimi var. Fakat erdemli olmamakla hem yaratılışımızı inkâr ediyor ve bozuyoruz hem de negatif enerjileri harekete geçiriyoruz. Her şuur realitesinin insandan mutlaka beklediği bir erdemli olma hali var. Erdemli olmayan kişi en geri realitede bile barınamaz dünyasal en basit bir görevi dahi başaramaz. Çünkü çevremizdeki insanlarla, toplumla bağımız erdem üzerine kuruludur. Ruhsal anlamda erdem bizim bütün içindeki yerimizin bağlantısıdır. Erdem kendini tanımak, Rabbini tanımaktır.
Görevlilikte erdem ise çok daha hassas bir konudur. Buradaki görevlilik anlamını özellikle ruhsal görevlilik olarak düşündüğümüzde, erdemli olmanın çevremize etkisi O’nun Rızası, Hayrı yönünde, kişilerin şuurlanmasıdır ki, erdemli olma bu noktada O’na verilmiş bir ahit ve insanlara karşı bir taahhüttür. Bu iki yönlü ahit içinde olan bir kimsenin erdemli olmaması çevresine karşı yapacağı çok büyük bir kötülüktür. Ruhsal görevlinin erdemsizliği, çevresindeki kişilerde mevcut şuurun dahi daralmasına neden olabilir. Kuşkusuz erdemsiz davranan bir kişinin ruhsal görevliliği çoktan sona ermiştir. Ama çevresine karşı kendisini böyle bir görev giyinmiş olarak gösteren kişi ilişkide olduğu insanların şuuruna zarar verdiği gibi kendisi de düşünceleriyle aktif hale getirdiği negatif enerjilerle sarılır, hem şuurca çok geriler hem de obsesyona açık hale gelir. Eskiler, “namaz oruç gibi vecibeleri yerine getir, Gerçek Varlık Âleminin sırlarından uzak dur, yoksa aklından olursun” derlerdi. Haklıydılar, çünkü hem ruhsal bilgileri al, hem de o bilgilerin gerektirdiği erdeme sahip olma, bu yakıcı bir durumdur.
Güney Haştemoğlu
(Güncelleme: 04/07/2007)
Erdem yaşamın her bölümünde şarttır. Erdemsiz kişi istenmeyen, sevilmeyen, hor görülendir. Erdemlilik bir üst şuurla mümkündür. Erdemsizlik ise alt şuurdur. Erdemli olmak kişisel bir seçimdir ve kişinin şuur seviyesiyle doğru orantılıdır. Bu nedenle herkes erdemli olmayı başaramaz, kolay ve kısa vadedeki kazançlarla kendilerini kazançlı sanırlar. Asında rahat, huzurlu ve kazançlı erdemli olandır. Erdemsizlik saklı tutulup başkalarına gösterilmemeye çalışılır ama her olayda hemen ortaya çıkar, o negatif bir enerjidir ve bulaşıcıdır, toplumsal açıdan da yıkıcıdır. Hele erdemli olduğunu iddia eden erdemsiz kişiler önemli mevkileri ele geçirmişlerse meydana gelen tahribat çok daha büyük olur.
Bir anlamda erdem sevgidir, içimizde bizimle konuşan O Yüce'nin sesidir. Erdemli olan görevliler yayınladıkları pozitif enerjileriyle bulundukları toplulukları iyiye, doğruya, sevgiye yönlendirirler. Büyük erdem sahibi yüce görevli Atatürk'ümüz etrafındaki herkesi etkilemişti. Birçok yurtsever, İstanbul’un rahat. İmkânları bol, keyifli yaşantısını bıraktı ve o zamanın fakir, yosul bir kasaba görüntüsündeki Ankara'da devrimlerimizi yaşama geçirmeye çalışmak için koşa koşa gelmişlerdi. Erdem öyle büyük bir güçtür ki, bu etkiyle Ankara'da yaşamak bir ayrıcalık bir üstünlük olarak görülüyordu. İstanbul’un çekici yaşamını bırakamayanlar küçümseniyordu.
Erdem, içsel bir zaferdir, madalyadır, her olayda yeniden kazanılması gereken. Bu madalyayı taşıyanlar imrenilecek kişilerdir, herkes taşıyamaz ve ne acıdır ki günümüzde ne kadar çoklar.
Günal Gölhan
(Güncelleme: 05/07/2007)
Erdemlik, yüceliğin fark edildiği yerlerde açığa çıkan herkesin içinde saklı olan değerlerdir. Erdemliğin sürekli yaşanabilmesi için iki şarta sımsıkı tutunmak gerekir:
1.Yaşam amacı: Yüce yolda sadakat ile yükselerek yürümek.
2.Çalışma: Yüce değerlerin ve gerçeklerin sebat ile araştırılması, açığa çıkarılıp yaşanması.
Erdemin açıklık, cesaret, samimiyet, doğruluk, saygı, sevgi gibi özellikleri sayfalarca sıralanabilirler. Bu soyut değerlere hoş bakılır ve takdir edilir ancak somut halleri duruma, zamana ve kişiye göre değişiktirler. Bu yüzden kişiler bunlar üzerine kitaplar yazsalar, ömür boyu konuşsalar da somut varlıkları yüce gözün göreceğidir. Amaç ve çalışma ise dosdoğru görülecek somutlukta ve doğrultucu özelliktedir. Bunlar yerine gelmediği zaman edinilmeye gayret edilen faziletler ve bilgiler insanda tutunamaz, örneklik ve dolayısıyla görevlilik mümkün olmaz.
Bu iki şartın ortaya çıkaracağı ilk erdemler alçakgönüllülük ve uysallıktır. Çünkü yüceliği fark eden kişi küçülür ve eğilir. O zaman beraber yürüme şartını görerek etrafına erdem ile el uzatacak ve sadakatle hizmet edecek kıvama gelir. Kendisine bu iki şartı asırlar boyu anlatmış olan görevlilerin yüce sabrını hatırlayarak, etrafındakilere ömür boyu erdemliği = yüceliği anlatmaya çalışır.
O halde erdemliğin esası olan bu iki şart ana erdemlerdir; diğer erdemler ve görevlilik bunun üzerinde yapılanır. Yalnız buradaki çok büyük zorluk, erdemleri açığa çıkmamış kişinin bu iki ana erdemi uygulayabilmesidir. Yüceliğin sevgili ve sabırlı yardımı bu yüzden daima üzerimizdedir ve birbirimize tutunarak güç bulmamız aynı sebepten vazgeçilmezdir.
Kişi hem yoldaşlarının, hem de yüceliğin elini tutarsa yürüyebilecek ve dolayısıyla erdemli kalabilecek. Sadece Yüce el tutulsa, kendi boyutundaki yalnızlığın güçsüzlüğü tutunamayışı ve erdemsizliği getirecek. Yüce elin farkedilmeyişinde ise kalabalık içindeki ruhsal yalnızlığın vereceği acı içinde yönünü şaşıracak, erdemleri kaybedecek ve yaşamı hüsranla neticelenecek. Bu demektir ki Yücelik fark edilmiyorsa insan kendi boyutunda yalnız, erdemleri içsel ve kalıcı değil (yok), boşuna yaşıyor ve mutsuz.
Bu durum nasıl anlatılır ve böyle olan ne kadar insan var? Geriye kalan yürüme mücadelesi veren bir avuç insan, tabii ki bu zorluğu görenler için çok değerli güç kaynaklarıdır. Onlar birbirlerinin gerçek ailesidir. Yine de birbirleriyle geçinemezler ve işbirliği yapamazlarsa kendi güçlerini yok ederler. Yücelikle bağlarını ve erdemlerini de.
Altan Gürol
(Güncelleme: 07/07/2007)