Gizeme Bakış
Bir rüyadayız biz... Evrende bunca yer dururken neden buralara geldik dersiniz? Sınavların daha kolay olduğu, sabrın sıfat olmadığı, ruhun bedenden uzak tutulmadığı, aşkın böylesine kolay harcanmadığı başka yerlerde doğamaz mıydık sanki?
Elbette. Ama nedense, bu mekânda yakalanan mananın bambaşka bir tadı var ruhumuz için. Bir yaşam diğerini takip ederken, zorluğun ve sınırlılığın içine saklanmış gizemleri keşfetmeye alışan ruh, aştığı her yeni etapta Tanrıya bir adım daha yaklaşmanın zevkini, şevkini, sevincini yaşıyor. Neyin neden olduğunu bir türlü anlayamayan alt benlik feryat figan itiraz etse bile…
Öyleyse, yılmak yok bu ulvî rüyada... Her yiğidin harcı değil zira bu garip ve güzel gezegende "Sevgi" zerreciği olduğunu bilip insanca yaşayabilmek. Kendini tanıyarak, Tanrı’yı keşfedebilmek. Harmanlanıp evrenle bir olabilmek. Birliğin içinde hiçliği tadabilmek...
Gizemi seviyor ruhumuz. Dünyaya her gelişinde daha sofistike bir bilmece kurgulayıp maddedeki manayı arayarak, anlayarak cevaplarını buluyor. Bazen maddenin getirdiği sarhoşlukla yolunu kaybediyor gibi gözükse de, kaybolmasının yolculuğunun belki de en anlamlı kısmı olduğunu fark ediyor...
Özellikle şaşırıp kafasının karıştığı, yüreğinin acıyla kıvrandığı, nerelere dümen kırması gerektiğini kestiremediği anlarda kendini yapayalnız hissederek, "Hani, nerde bu Tanrı?" diye sitem ediyor. Oysaki Tanrı, görünmeyen köşelerden, bilinmeyen gözlerden hep onu izliyor. Hızır misali, ellerini uzatıp, destek veriyor...
Korkuya mahal yok. Şüpheye kapılmadan dikkatle etrafınıza bakarsanız; işaretleri okuyup sembolleri tanırsanız ne kadar büyük bir aşkla sevildiğinizi ve de tüm evrenin saygıyla önünüzde eğildiğini hissedeceksiniz. Çünkü siz zaten O değil misiniz?
İnternet - 20.06.2008 *ruhsalboyut.com*