Zihnin İllüzyonlarını Bilinçle Yenmek
Her şey ama her şey bir illüzyondan ibaret. Nasıl rüyadayken her şeyin gerçek olduğunu zannediyorsak ve uyandığımızda "rüyaymış" diyorsak, bu dünyadaki her şeyin bir illüzyon ya da yanılsama olduğunu anlamak için ölmemiz gerekiyor.
Neden geldik bu hayata? Madem ölecektik neden doğduk? Eminim bu sorulan siz de kendinize soruyorsunuz. Hayatımızda gerçek sandığımız pek çok şey aslında gerçek değil. Hepsi sadece bir illüzyondan ibaret. Ailemiz, çocuklarımız, evimiz, arabamız, işimiz ve hatta bedenimiz... Hepsi fiziksel dünyanın illüzyonları aslında. Bunun anlamı; bu hayata bir iş, bir aile, bir araba ya da bir ev sahibi olmak için gelmemiş olmamız. Ama bunlar olmadan burada kalabilmemiz de pek mümkün görünmemekte. Yani bütün bunları terk ederek yaşamak da bütünlüğün bozulmasına neden olur. Aynen bir fincan ya da onun yerini tutacak bir araç olmadan kahve içemeyeceğimiz gibi, karnımızı doyurmak için bir işimizin olması, sevgiyi tadabilmek için insanlarla birlikte yaşamamız gerekmektedir. Bedenimiz olmadan da bu dünyanın frekansına uyum sağlayamayız.
Doğum ve ölüm... Hayatın en basit ve temel iki gerçeği gibi gördüğümüz bu iki şey bile gerçek değil. Pek çoğumuzun tüylerini ürperten, üzerinde konuşulmasından bile rahatsızlık duyduğu bir konu ölüm. Ölümü yok sayarak yaşamaya çalışanlar kadar, ölümü büyük bir korku haline getirip yaşayamayanlar da var. Bu korku, türlü hastalıklara neden oluyor ve insanlar bu korkunun temeline inmek yerine, bu hastalıkların tedavisiyle uğraşıyorlar ne yazık ki.
Elbette her şeyin bir amacı ve bir planlayıcısı var. İşte hayata niye geldiğimiz sorusunun cevabını da yine ölümün neden varolduğunu anladığımız noktada bulabiliriz. Ölüm, yaşayan her canlının yaşamak zorunda olduğu bir şeydir. Ölüm korkusu ise yalnızca zihnin korkusudur. Zihin soyut gibi görünse de beden olmadan faaliyet gösteremeyen bir şeydir. Ve zihin, her şeyi bilemez. Hiçbir şeye hatta bazen kendinize bile katlanamadığınızı hissettiğinizde, katlanamadığınız aslında zihninizle algıladıklarınızdır ve hatta zihninizdir. Katlanamayan ise duygusal bir ıstırap duyan biliciniz ya da ruhunuzdur. Zihin sadece çıkarımlar yapar, yargılar ve günlük hayatta işimize yarayacak konularda bize, yardımcı olur. Bunun dışında acıyı hisseden, başka bir şeydir. Bu şey de sizin özünüz, asıl olan "siz", yani "ben" dediğiniz bilicinizdir. Acıyı zihniniz değil "ben"liğiniz çeker. Gerçek olan da işte tam olarak odur. Ancak biz bu dünyaya doğarken bir bedenle doğmak zorundayızdır ve bu dünyada kalabilmek için de o zihne ihtiyacımız var. Onun gerekli olması ise gerçek olanın o olduğu anlamını taşımaz. Gereklidir ama biz zihnimizden ibaret değiliz. Zihin, bedene ait bir şey olduğuna göre ve beden de bir gün yok olacağına göre, zihnin algıladığı şey, kendisinin de bir gün yok olacağıdır. Zihin bunu tehdit olarak algılar. Bunun için de ölümün gerçek bir yok oluş deği1 de gerçek varoluşa geçiş için bir kapı olduğunu zihninizle değil, ancak bilincinizle anlayabilirsiniz.
Evet, ölüm bir yok oluş değil, gerçek varoluşa açılan bir kapıdır. Onu yaşıyor olmamızın nedeni de bu dünyada bulunduğu sınırlı zaman dilimi içinde varolan her bireyin gerçek varoluşun ne olduğunu burada deneyimleyememe ihtimaline karşı Yaradan'ın koyduğu bir alternatiftir. Yani bu dünyada, bu bedenlenmiş halimizdeyken de O'na ulaşmak mümkündür, ancak bu çok zordur. İşte bunun için de ölüm dediğimiz bu olayı yaşıyoruz: Bu noktada hayata niye geldiğimizin cevabını buluyoruz.
Herkesin bu dünyada bulunuşunun ortak bir amacı vardır: O'nu burada bulmak. Bütün dinlerde ve öğretilerde bu böyledir. O'ndan geldiğimiz ve yine O'na döneceğimiz... Asıl amaç ise bu bedendeyken ve bu fiziksel ortamdayken O'nu bulmamızdır.
Sanırım Yaradan, bizimle oyun oynamayı istiyor. Bir çocuk oyun oynayarak dünyayı anlıyor da neden biz de oyun oynayarak Yaradan'ı arıyor olmayalım? Ancak bu oyunda bizler O'nun oyuncakları değil oyuncuları oluyoruz ve bu oyunda kaybedenler, hile yapanlar ve oyunun sonunu getirmekten kaçanlar olacak. Kuralları koyan, bizim burada gerektiği kadar kalıp, görevimizi yerine getirmemizden başka bir şey beklemiyor. Görevimiz de O'nu bulmak. Şimdi siz sizin geldiğiniz sebeple buraya gelmiş birine zarar verebilir misiniz böyle düşününce?
Özlem Kahvecioğlu, Genç Gelişim Dergisi, Temmuz 2008
12.07.2008 *ruhsalboyut.com*