HAFTANIN SORUSU
OKUYUCU YAZILARI

 


 

"Gerçek gördüğünüzde değil, göremediğinizdedir"

ifadesini nasıl açıklayabiliriz? 



 

 

Bizler farkında olmasak da, anlamasak da gerçek bir güneş gibi aydınlık, göz alıcı ve parlaktır. Nasıl ki yaşadığımız mekânları tam anlamıyla, bütün çıplaklığı ile görebilmek için yükseklere çıkmak gerekiyor ise, göremediğimiz gerçekleri görebilmek içinde tekâmül etmemiz şarttır.

         Hayata başlamak, bir gerçekliğin içine kör, cahil ve bilgisiz halde dalmak gibidir. Öğrendikçe, bilicine vardıkça merhale merhale o mutlak gerçeğin içinde kendi gerçeklerimizi oluşturarak ilerleriz. Nitekim dinler, tebliğler ve öğretiler mutlak gerçeğe doğru ilerleyişimizde ilahi sistemin insanlığa sunduğu yardım ve rahmet kaynaklarıdır. Orada gerçekler semboller, tasvir ve şifrelerle anlatılarak mutlak gerçeğe doğru tekâmül ettikçe fark edebilmemizin, anlayabilmemizin ve bilincine varabilmemizin yollarını hayal ederek, düşündürerek ve merak ettirerek hazırlar, kapılarını aralarlar. Aynı zamanda gerçekler yüksek enerji barındıran şebekeler gibi olduğu için, tahammül gösterebilmek, anlayabilmek ve hazmedebilmek bir zaman gerektirdiğinden sabır ve hoşgörü gerektirmektedir. Burada iman ve inancın varlığı temel bir etkendir. Anlayamadığı için önyargılı olmak, itici olmak ve tepkili olmak ancak gerçekleri kavramada zaman kaybına ve tekâmülde geri kalmalara sebep olmaktadır.

         Günümüzde anladığımız, bildiğimiz ve kabul ettiğimiz her şeyin arkasında tamamlayıcı daha ileri düzeyde gerçekler bulunmaktadır. Adeta şekilde inanıp kanat getirdiğimiz öylesine sembol ve tasvirler vardır ki, onlar şimdilik kapağı açılmamış birçok esas ve hakikatleri ifade etmektedirler. Nitekim yanlız kutsal kitaplar, tebliğler ve öğretiler değil, hayatın her aşamasında önümüze çıkan kavram, öğreti ve bilgilerin yüzeysel idrakinin ötesindeki anlam ve kavramları derinlemesine düşünmek, anlamaya çalışmak, tekâmülde yol alabilmek için gerekmektedir.

Orhan Yarat – 21.9.2010  *ruhsalboyut.com*

 

 

 

Gerçek, her birimiz için farklı işler. Herkesin gerçeği, görebildiği, kullanıma sokabildiği yer mertebesindedir. Mutlak gerçek ise, o hal’de olamadığımız, göremediğimiz tarafımızda kalır.

         Gerçekleri yaşamak, kullanıma sokabilmek bizlerin yaşam tarzı ile alakalı bir durumdur. Birbirimizle olan ilişkilerimizde de kendi gerçeklerimiz üzerinden iletişim yollarını seçer, davranışlarımızı bu gerçekler üzerine şekillendiririz. Her birey, bulunduğu ortamdaki kabulü için kendi gerçekleri üzerinden giderek kişiliğini ortaya koyar ve bu konudaki kararlılığı, etrafında olup biten birçok gerçeği de görememesine neden olur. Her edindiğimiz tecrübedeki gerçeklik, üzerinde sabit durmamamız gereken, sürekli hareketli hali yaşayarak, daha yeni gerçekleri keşfetmemiz şeklinde işletilmesini ister. Bu konu ve daha birçok yerde de kullanılması gereken “ne biliyoruz ki?” sorusunu, her ortamda yerince düşünmemiz gerektiğini bilmeliyiz.

Gerçek, etrafımızda olup biteni algıladığımız şekilde görüyor olmamız değil, mutlak gerçeklerin O’nun yasaları üzerinden nasıl işlediğinin kavranması ile hissedilecek bir durumdur. Bu da bağlantımızı, O’nun yasalarını kavrayarak sağlamlaştırmakla mümkün olacaktır.    

Tarık Öztürk – 26.9.2010 *ruhsalboyut.com*